Ülkemiz biyoçeşitlilik bakımından zengin midir ?

Defne

New member
Ülkemiz Biyoçeşitlilik Bakımından Zengin Mi? Şaşırtıcı Gerçeklerle Dolu Bir Yolculuk

Biyoloji derslerinden hatırladığımız o uzun, karışık terimler bir kenara; bazen bilimin bizi düşündürmeye başladığı yerler, hiç de öyle bilimsel değil! Mesela, biyoçeşitlilik. “Biyo” ne? “Çeşitlilik” ne? Anlamadım ama güzel kelimeler, tıpkı yeni moda kahve çeşitleri gibi, kulağa hoş geliyor. Ama hadi gelin, bu soruyu biraz daha derinlemesine inceleyelim: Gerçekten ülkemiz, biyoçeşitlilik konusunda zengin mi, yoksa “çok da değil” dedirten bir durumla mı karşı karşıyayız?

Biyoçeşitlilik: Tam Olarak Ne Demek?

Biyoçeşitlilik, aslında doğadaki tüm canlıların çeşitliliği demek. Sadece hayvanları değil, bitkileri, mantarları, mikroorganizmaları da içine alıyor. Yani düşündüğünüzde, hayatın tüm renk paleti bu tanımın içine giriyor. Bir bakıma, doğa da bir sanat galerisi gibi! Ülkemizde bu sanat galerisi o kadar geniş ki, her köşe başında farklı bir tablo, farklı bir sanat akımı görmek mümkün. Kısacası, biyolojik çeşitlilik deyince, Türkiye bu konuda oldukça güçlü bir oyuncu!

Türkiye'nin Biyoçeşitlilik Zenginliği: Bir Durum Tespiti

Evet, biyolojik çeşitlilik deyince ilk akla gelen şey, belki de ülkemizin yedi bölgesinde yetişen endemik bitkiler, dağlarında yaşayan farklı hayvanlar veya denizlerinde bulunan çeşitli sualtı yaşamı. Türkiye, hem karasal hem de denizel ekosistemlerde oldukça zengin. Avrupa'nın en yüksek dağlarından birine, en geniş ormanlarına ve dört mevsimi bir arada sunan iklim çeşitliliğine sahip olmamız bu çeşitliliği doğrudan etkiliyor. Bunu bir anlamda, çok sayıda farklı yaşam formunun bir arada barındığı “ekolojik zenginlik” olarak tanımlayabiliriz.

Çeşitli iklim kuşaklarına ev sahipliği yapan ülkemiz, biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden biri. Örneğin, Türkiye'deki yaklaşık 12.000 bitki türünün %30’u yalnızca burada, başka hiçbir yerde bulunmuyor! Kısacası, ülkemizin biyoçeşitliliği, dünya çapında bir hazine.

Erkekler Çözüm Odaklıdır, Kadınlar Empatiktir: Biyoçeşitlilik Perspektifinden Yaklaşım

Hadi biraz daha farklı bir açıdan bakalım. Erkekler genellikle stratejik düşünür, değil mi? “Biyoçeşitliliği korumak için hangi teknolojileri kullanabiliriz? Nasıl verim alabiliriz?” diyerek analiz yaparlar. Kadınlar ise empatik yaklaşır: “Doğadaki her bir canlı bizimle bir bağ kuruyor; onu nasıl koruyabiliriz?” diye sorarlar. Ancak, bu klişelere fazla takılmadan, bu iki yaklaşımı biyoçeşitlilik meselesinde nasıl harmanlayabileceğimizi anlamaya çalışalım.

Erkeklerin çözüm odaklı ve stratejik bakış açısını düşünelim. Bugün doğa, insanların müdahalesiyle birçok tehdit altında. İnsan kaynaklı iklim değişikliği, ormansızlaşma, kirlenme gibi faktörler biyoçeşitliliği ciddi şekilde tehdit ediyor. Teknolojik gelişmeler, bu tehditleri azaltmak için kullanılan araçlardan biri haline geldi. Mesela, yapay zekâ ve uzay teknolojileri, doğadaki değişiklikleri izlememize yardımcı oluyor, yok olma tehlikesi altındaki türleri koruma projeleri geliştiriliyor.

Kadınların empatik bakış açısını göz önüne alalım. Yalnızca doğadaki canlıları korumakla kalmayıp, insanların bu ekosistemle kurdukları ilişkiyi de göz önünde bulunduruyorlar. Çocuklar, yaşlılar, köylüler... Her bir bireyin biyoçeşitlilikle kurduğu farklı bağları anlamak, toplumsal farkındalığı artırmak, ekosistemi koruma sürecinin önemli bir parçası. Bu bakış açısı, çevreye duyarlılığın yalnızca politikacılara veya bilim insanlarına ait bir konu olmadığını, hepimizin hayatında yer alması gereken bir şey olduğunu gösteriyor.

Sadece Yaşayan Canlılar mı? Türkiye'nin Ekosistemindeki Yüksek Çeşitlilik

Biyolojik çeşitliliği sadece hayvanlar ve bitkiler üzerinden değerlendirmek yetersiz olur. Türkiye’deki ekosistemler, farklı iklim koşulları sayesinde bir arada var olan çok sayıda bitki örtüsü, hayvan türü ve mikroorganizma ile zenginleşiyor. Bu, aslında tek başına biyolojik çeşitliliğin bir yansıması. Türkiye’nin farklı ekosistemleri arasında yer alan göller, ormanlar, akarsular ve dağlar, kendine has yaşam alanları yaratıyor. Bu farklılık, yalnızca Türkiye'nin coğrafi yapısının değil, kültürel zenginliğinin de bir göstergesi.

Mesela, akdeniz iklimine sahip olan Güney bölgemizde, sıcak hava seven bitkiler ve hayvanlar var. Aynı zamanda, kara iklimi hâkim olan İç Anadolu'da ise soğuk iklimde yaşamayı tercih eden canlılar. Bir de tabii Karadeniz’in nemli ortamı ve bozkırın kuraklığı gibi çeşitlilikler mevcut. Bu ekosistem çeşitliliği, ülkemizin biyoçeşitliliğini fazlasıyla besliyor.

Gelecek: Biyoçeşitliliği Nasıl Korumalıyız?

Türkiye, biyoçeşitlilik bakımından gerçekten zengin bir ülke; ancak bu zenginliği korumak oldukça büyük bir sorumluluk. Eğlenceli bir şekilde bakıldığında, sanki büyük bir doğa parkındayız ve bu parkta her canlının bir yeri var. Ancak, bu parkın bakımı bizlerin ellerinde. Çözüm odaklı bir yaklaşım, çözüm üretmekle kalmamalı; aynı zamanda bu çözümün sürdürülebilir olmasını da sağlamalı.

Doğal alanlarımızı koruyarak, doğal yaşamı destekleyecek politikalara daha fazla odaklanmalıyız. Ancak, bu süreci yalnızca bilimsel veya teknolojik çözüm önerileriyle değil, aynı zamanda doğaya duyduğumuz sevgiyle ve empatiyle yönlendirebiliriz. Toplumun her kesimiyle bu bilinç yaratılmalı. Çocuklarımız, yaşlılarımız, doğa ile iç içe yaşayan insanlarımız... Hep birlikte biyoçeşitliliği geleceğe taşımak için adım atmalıyız.

Bir soru ile bitirelim: Doğanın bizden istediği bu dengeyi, hep birlikte sağlayabilecek miyiz? Bu soruya herkesin farklı bir cevabı olabilir, ama biyoçeşitliliği korumak için atılacak her adım önemli ve bir o kadar da değerli.