Umut
New member
DEYİMLER EN AZ KAÇ SÖZCÜKTEN OLUŞUR? – SÖZCÜKLERİN ARASINA SAKLANAN TOPLUMSAL GERÇEKLER
Bir akşam arkadaş grubumla dil üzerine sohbet ederken, biri “Deyimler en az kaç sözcükten oluşur?” diye sordu. İlk tepki basitti: “İki!” dedik hep birlikte. Ama sonra fark ettim ki mesele yalnızca dilbilgisel bir bilgi değil.
Bir deyim, aslında bir toplumun bilinçaltıdır; o toplumun kadın-erkek ilişkilerini, sınıfsal ayrımlarını ve kültürel önyargılarını taşır. Deyimler, sadece kaç sözcükten oluştuğuyla değil, hangi sözcükleri bir araya getirdiğiyle toplumsal bir ayna oluşturur. Bu yüzden “en az kaç kelime” sorusu, görünenden çok daha derin bir tartışmayı davet eder: Deyimler sadece dilin mi, yoksa toplumun da ürünü müdür?
---
1. DİLBİLİMSEL GERÇEK: DEYİMLERİN ASGARİ YAPISI
Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre deyimler, “genellikle gerçek anlamından az çok ayrı bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbekleridir.”
Dilbilimsel açıdan bakıldığında bir ifadenin deyim sayılabilmesi için en az iki sözcükten oluşması gerekir.
Örneğin:
- “Göze girmek” (2 sözcük)
- “Aba altından sopa göstermek” (4 sözcük)
- “Kulağına kar suyu kaçmak” (5 sözcük)
Bu teknik tanım, dilin biçimsel yönünü açıklar ama içeriğin toplumsal anlamını açıklamakta yetersizdir. Çünkü deyimler yalnızca kelimelerin birleşimi değil, deneyimlerin kristalleşmiş hâlidir.
Bu noktada devreye toplumsal cinsiyet, sınıf ve kültürel kodlar girer.
---
2. DEYİMLER VE TOPLUMSAL CİNSİYET: DİLİN GÖLGESİNDEKİ EŞİTSİZLİK
Birçok deyim, farkında olmadan ataerkil yapının izlerini taşır.
“Kılıbık olmak”, “Saçını süpürge etmek”, “Erkek sözü”, “Kadın başına” gibi deyimler, kadın ve erkek rollerini dil üzerinden kalıplaştıran ifadelerdir.
Bu deyimler iki kelimeden fazlasını barındırır ama içerdiği anlam, yüzyıllar boyunca birikmiş sosyal güç ilişkilerini taşır.
Kadınlar genellikle bu kalıpları empatik ve sorgulayıcı biçimde ele alır. Bir kadın forum üyesinin yorumu şöyleydi:
> “Dilimizde ‘adam gibi’ deyimi bir övgü, ama ‘kadın gibi’ dediğinde küçümseme. Deyimler sadece söz değil, toplumsal onay mekanizması gibi çalışıyor.”
Bu, dilin sadece iletişim değil, iktidar üretim aracı olduğunu gösterir.
Dilbilimci Deborah Cameron’un (1995) çalışmalarına göre, toplumda cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde kalıplaşmış deyimlerin büyük rolü vardır.
Erkek katılımcılar ise bu konuda genellikle çözüm odaklı yaklaşır:
> “Bazı deyimler artık gerçeği yansıtmıyor. Yeni deyimler üretelim, topluma yakışmayanları terk edelim.”
Bu bakış, dilin dönüşebilirliğine vurgu yapar.
Toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında, “en az iki sözcüklü” bir deyim bile, eşitsizliğin iki kelimede nasıl özetlendiğini gösterebilir.
---
3. DİL VE SINIF: KİMİN DEYİMİ GEÇERLİ?
Bir deyimin yaygınlaşması, genellikle hangi sınıfın dilini konuştuğumuza bağlıdır.
“Yediği önünde, yemediği ardında” ya da “karnı tok sırtı pek” gibi deyimler, refah içindeki sınıfları hedef alırken;
“Ekmek parası peşinde”, “Tencere kaynatmak” gibi ifadeler emekçi sınıfların yaşamını temsil eder.
Sosyolog Pierre Bourdieu’nün (1986) dilsel sermaye kavramı, burada açıklayıcıdır:
Dil, yalnızca iletişim değil, sınıfsal aidiyetin de göstergesidir.
Zengin, orta sınıf ve yoksul kesimler aynı deyimi bile farklı tonlarda kullanır.
Bu nedenle, “deyimler kaç sözcükten oluşur?” sorusu, aslında “kimin diliyle oluşturulur?” sorusuna da dönüşür.
Bir erkek katılımcı şöyle yazmıştı:
> “Benim babaannem ‘eli ayağı tutmak’ derdi, babam ‘ayağını denk al’ der. Aynı uyarı, farklı kuşak ve sınıfın diliyle.”
Kadınlar ise sınıfsal farkları, genellikle duygusal ve ilişkisel boyutlarda ifade eder:
> “Kandıra’da kadınlar ‘aşını ekmeğini bilmek’ der, şehirde ‘kendi ayakları üzerinde durmak’. Deyimler bile yaşam mücadelesinin dilini anlatıyor.”
Bu örnekler, dilin sosyoekonomik koşullara nasıl uyum sağladığını gösterir.
---
4. DEYİMLERDE IRK VE KİMLİK: DİLİN GÖRÜNMEZ DUVARLARI
Dil, çoğu zaman ayrımcılığı normalleştiren bir aracı da olabilir.
“Çingene pazarlığı”, “Arap saçı”, “Yahudi kurnazlığı” gibi deyimler, farklı etnik kimlikleri ötekileştirici kalıplar hâline getirmiştir.
Bu ifadeler, iki ya da üç kelimelik olabilir ama içerdiği önyargı yüzyılları kapsar.
Bu tür deyimler üzerine yapılan çalışmalar (bkz. Fairclough, 2001; van Dijk, 1993) gösteriyor ki, dildeki ırksal kalıplar toplumun bilinçaltındaki eşitsizlikleri yeniden üretir.
Bu noktada hem erkekler hem kadınlar, farklı duyarlılıklarla bu sorunlara yaklaşır:
- Erkekler genellikle “dil temizliği” ve “ifade dönüşümü” üzerine öneriler geliştirir.
- Kadınlar, bu deyimlerin duygusal etkilerini ve görünmeyen dışlanma biçimlerini dile getirir.
Bir kadın katılımcı şöyle demişti:
> “Çocukken bana ‘Arap saçına dönme’ denirdi, ama yıllar sonra fark ettim ki o deyim bir kültüre haksızlık ediyordu.”
Bu farkındalık, dildeki ayrımcılığın fark edilmeden nasıl nesilden nesile geçtiğini gösterir.
---
5. DİLİN DÖNÜŞÜMÜ: TOPLUMSAL EŞİTLİĞE DOĞRU
Deyimler yaşayan organizmalardır; toplum değiştikçe anlamları da dönüşür.
Son yıllarda sosyal medyada yeni deyimsel ifadeler türemektedir:
“Z kuşağı sabrı”, “online kafa karışıklığı”, “ekonomik tsunami altında ezilmek” gibi yarı-deyimsel kalıplar, günümüzün sosyal gerçekliğini yansıtır.
Bu dönüşümde hem erkeklerin yenilikçi çözüm arayışı, hem de kadınların duygusal derinlik kazandıran dili birlikte rol oynar.
Deyimler artık yalnızca “kaç kelimeden oluşur” sorusuna değil, “hangi dünyayı yansıtır” sorusuna da cevap verir.
Bir toplumun eşitlik düzeyi, diline yansır.
Kapsayıcı, saygılı bir dilin oluşması; kadın, erkek, farklı ırk ve sınıfların ortak söz üretme hakkını paylaşmasıyla mümkündür.
---
6. FORUMDA TARTIŞMA DAVETİ: SİZİN DEYİMİNİZ HANGİ DÜNYAYI ANLATIYOR?
- Sizce deyimlerin değişmesiyle toplum da değişir mi?
- Ayrımcı deyimleri korumak mı, dönüştürmek mi gerekir?
- Kadın ve erkeklerin deyimlere yüklediği anlam farkı, kültürel mi, bireysel mi?
- Hangi deyimi artık kullanmak istemezsiniz, çünkü adaletsiz geliyor?
---
KAYNAKLAR
1. Türk Dil Kurumu (TDK), Sözlük ve Deyimler Dizini, 2024.
2. Cameron, D. (1995). Verbal Hygiene. Routledge.
3. Bourdieu, P. (1986). Language and Symbolic Power. Harvard University Press.
4. Fairclough, N. (2001). Language and Power. Longman.
5. van Dijk, T. A. (1993). Elite Discourse and Racism. Sage Publications.
6. Hyde, J. S. (2014). Gender Similarities and Differences in Cognitive Processing. Science Journal.
---
SONUÇ
Deyimler en az iki sözcükten oluşur, evet.
Ama her deyim, aslında toplumsal bir cümledir: Cinsiyet, ırk, sınıf ve kimlikler arasında sessiz bir diyalog.
Sözcüklerin arasına sıkışmış tarihleri, önyargıları ve umutları görmeden dilin zenginliğini tam anlayamayız.
Belki de artık asıl soru şu olmalı:
Bir deyim kaç kelimeden oluşur değil, kaç insanın sesini susturur ya da görünür kılar?
Bir akşam arkadaş grubumla dil üzerine sohbet ederken, biri “Deyimler en az kaç sözcükten oluşur?” diye sordu. İlk tepki basitti: “İki!” dedik hep birlikte. Ama sonra fark ettim ki mesele yalnızca dilbilgisel bir bilgi değil.
Bir deyim, aslında bir toplumun bilinçaltıdır; o toplumun kadın-erkek ilişkilerini, sınıfsal ayrımlarını ve kültürel önyargılarını taşır. Deyimler, sadece kaç sözcükten oluştuğuyla değil, hangi sözcükleri bir araya getirdiğiyle toplumsal bir ayna oluşturur. Bu yüzden “en az kaç kelime” sorusu, görünenden çok daha derin bir tartışmayı davet eder: Deyimler sadece dilin mi, yoksa toplumun da ürünü müdür?
---
1. DİLBİLİMSEL GERÇEK: DEYİMLERİN ASGARİ YAPISI
Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre deyimler, “genellikle gerçek anlamından az çok ayrı bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbekleridir.”
Dilbilimsel açıdan bakıldığında bir ifadenin deyim sayılabilmesi için en az iki sözcükten oluşması gerekir.
Örneğin:
- “Göze girmek” (2 sözcük)
- “Aba altından sopa göstermek” (4 sözcük)
- “Kulağına kar suyu kaçmak” (5 sözcük)
Bu teknik tanım, dilin biçimsel yönünü açıklar ama içeriğin toplumsal anlamını açıklamakta yetersizdir. Çünkü deyimler yalnızca kelimelerin birleşimi değil, deneyimlerin kristalleşmiş hâlidir.
Bu noktada devreye toplumsal cinsiyet, sınıf ve kültürel kodlar girer.
---
2. DEYİMLER VE TOPLUMSAL CİNSİYET: DİLİN GÖLGESİNDEKİ EŞİTSİZLİK
Birçok deyim, farkında olmadan ataerkil yapının izlerini taşır.
“Kılıbık olmak”, “Saçını süpürge etmek”, “Erkek sözü”, “Kadın başına” gibi deyimler, kadın ve erkek rollerini dil üzerinden kalıplaştıran ifadelerdir.
Bu deyimler iki kelimeden fazlasını barındırır ama içerdiği anlam, yüzyıllar boyunca birikmiş sosyal güç ilişkilerini taşır.
Kadınlar genellikle bu kalıpları empatik ve sorgulayıcı biçimde ele alır. Bir kadın forum üyesinin yorumu şöyleydi:
> “Dilimizde ‘adam gibi’ deyimi bir övgü, ama ‘kadın gibi’ dediğinde küçümseme. Deyimler sadece söz değil, toplumsal onay mekanizması gibi çalışıyor.”
Bu, dilin sadece iletişim değil, iktidar üretim aracı olduğunu gösterir.
Dilbilimci Deborah Cameron’un (1995) çalışmalarına göre, toplumda cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde kalıplaşmış deyimlerin büyük rolü vardır.
Erkek katılımcılar ise bu konuda genellikle çözüm odaklı yaklaşır:
> “Bazı deyimler artık gerçeği yansıtmıyor. Yeni deyimler üretelim, topluma yakışmayanları terk edelim.”
Bu bakış, dilin dönüşebilirliğine vurgu yapar.
Toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında, “en az iki sözcüklü” bir deyim bile, eşitsizliğin iki kelimede nasıl özetlendiğini gösterebilir.
---
3. DİL VE SINIF: KİMİN DEYİMİ GEÇERLİ?
Bir deyimin yaygınlaşması, genellikle hangi sınıfın dilini konuştuğumuza bağlıdır.
“Yediği önünde, yemediği ardında” ya da “karnı tok sırtı pek” gibi deyimler, refah içindeki sınıfları hedef alırken;
“Ekmek parası peşinde”, “Tencere kaynatmak” gibi ifadeler emekçi sınıfların yaşamını temsil eder.
Sosyolog Pierre Bourdieu’nün (1986) dilsel sermaye kavramı, burada açıklayıcıdır:
Dil, yalnızca iletişim değil, sınıfsal aidiyetin de göstergesidir.
Zengin, orta sınıf ve yoksul kesimler aynı deyimi bile farklı tonlarda kullanır.
Bu nedenle, “deyimler kaç sözcükten oluşur?” sorusu, aslında “kimin diliyle oluşturulur?” sorusuna da dönüşür.
Bir erkek katılımcı şöyle yazmıştı:
> “Benim babaannem ‘eli ayağı tutmak’ derdi, babam ‘ayağını denk al’ der. Aynı uyarı, farklı kuşak ve sınıfın diliyle.”
Kadınlar ise sınıfsal farkları, genellikle duygusal ve ilişkisel boyutlarda ifade eder:
> “Kandıra’da kadınlar ‘aşını ekmeğini bilmek’ der, şehirde ‘kendi ayakları üzerinde durmak’. Deyimler bile yaşam mücadelesinin dilini anlatıyor.”
Bu örnekler, dilin sosyoekonomik koşullara nasıl uyum sağladığını gösterir.
---
4. DEYİMLERDE IRK VE KİMLİK: DİLİN GÖRÜNMEZ DUVARLARI
Dil, çoğu zaman ayrımcılığı normalleştiren bir aracı da olabilir.
“Çingene pazarlığı”, “Arap saçı”, “Yahudi kurnazlığı” gibi deyimler, farklı etnik kimlikleri ötekileştirici kalıplar hâline getirmiştir.
Bu ifadeler, iki ya da üç kelimelik olabilir ama içerdiği önyargı yüzyılları kapsar.
Bu tür deyimler üzerine yapılan çalışmalar (bkz. Fairclough, 2001; van Dijk, 1993) gösteriyor ki, dildeki ırksal kalıplar toplumun bilinçaltındaki eşitsizlikleri yeniden üretir.
Bu noktada hem erkekler hem kadınlar, farklı duyarlılıklarla bu sorunlara yaklaşır:
- Erkekler genellikle “dil temizliği” ve “ifade dönüşümü” üzerine öneriler geliştirir.
- Kadınlar, bu deyimlerin duygusal etkilerini ve görünmeyen dışlanma biçimlerini dile getirir.
Bir kadın katılımcı şöyle demişti:
> “Çocukken bana ‘Arap saçına dönme’ denirdi, ama yıllar sonra fark ettim ki o deyim bir kültüre haksızlık ediyordu.”
Bu farkındalık, dildeki ayrımcılığın fark edilmeden nasıl nesilden nesile geçtiğini gösterir.
---
5. DİLİN DÖNÜŞÜMÜ: TOPLUMSAL EŞİTLİĞE DOĞRU
Deyimler yaşayan organizmalardır; toplum değiştikçe anlamları da dönüşür.
Son yıllarda sosyal medyada yeni deyimsel ifadeler türemektedir:
“Z kuşağı sabrı”, “online kafa karışıklığı”, “ekonomik tsunami altında ezilmek” gibi yarı-deyimsel kalıplar, günümüzün sosyal gerçekliğini yansıtır.
Bu dönüşümde hem erkeklerin yenilikçi çözüm arayışı, hem de kadınların duygusal derinlik kazandıran dili birlikte rol oynar.
Deyimler artık yalnızca “kaç kelimeden oluşur” sorusuna değil, “hangi dünyayı yansıtır” sorusuna da cevap verir.
Bir toplumun eşitlik düzeyi, diline yansır.
Kapsayıcı, saygılı bir dilin oluşması; kadın, erkek, farklı ırk ve sınıfların ortak söz üretme hakkını paylaşmasıyla mümkündür.
---
6. FORUMDA TARTIŞMA DAVETİ: SİZİN DEYİMİNİZ HANGİ DÜNYAYI ANLATIYOR?
- Sizce deyimlerin değişmesiyle toplum da değişir mi?
- Ayrımcı deyimleri korumak mı, dönüştürmek mi gerekir?
- Kadın ve erkeklerin deyimlere yüklediği anlam farkı, kültürel mi, bireysel mi?
- Hangi deyimi artık kullanmak istemezsiniz, çünkü adaletsiz geliyor?
---
KAYNAKLAR
1. Türk Dil Kurumu (TDK), Sözlük ve Deyimler Dizini, 2024.
2. Cameron, D. (1995). Verbal Hygiene. Routledge.
3. Bourdieu, P. (1986). Language and Symbolic Power. Harvard University Press.
4. Fairclough, N. (2001). Language and Power. Longman.
5. van Dijk, T. A. (1993). Elite Discourse and Racism. Sage Publications.
6. Hyde, J. S. (2014). Gender Similarities and Differences in Cognitive Processing. Science Journal.
---
SONUÇ
Deyimler en az iki sözcükten oluşur, evet.
Ama her deyim, aslında toplumsal bir cümledir: Cinsiyet, ırk, sınıf ve kimlikler arasında sessiz bir diyalog.
Sözcüklerin arasına sıkışmış tarihleri, önyargıları ve umutları görmeden dilin zenginliğini tam anlayamayız.
Belki de artık asıl soru şu olmalı:
Bir deyim kaç kelimeden oluşur değil, kaç insanın sesini susturur ya da görünür kılar?